Header Ads

Bir Başka Faşizm: Mafyacılık

- CENGİZ MAÇOĞLU -
“Kapitalizm, günümüzde ekonomik bir sistem olduğu kadar bir yaşam biçimidir de aynı zamanda” der, Gramsci. Para kazanma, alışveriş tutkusu, zengin ve ünlü hayat tarzlarına duyulan özlem modern toplumun temel değerleridir. Devasa şirketler, bir yandan hepimizi satın almaya ve tüketmeye çalışırken diğer yandan Gramsci’ye göre askeri ve ekonomik egemenlik dışında ideolojik ikna gücünü kullanırlar. Bu döngü, bu ikna zamanla üretim dışı para kazanmanın yollarını zorladı ve kapitalizmin kurumsal kimlikleri dışında; yasaları kendine münhasır, tuhaf bir ekonomik değerler biçimi doğdu ve adına da kayıtdışı ekonomi dendi. 19. yüzyıldan itibaren yükselen devrimci hareketler, devrimci burjuvazinin inanılmaz yükselişi, serbest piyasa hareketleri, kitlesel işsizlik, sınıf bilincine varmış işçi ayaklanmaları, yoksulluk, sömürü, işgal, milliyetçilik ve savaşların ortaya çıkardığı tablonun geri planından yeni bir güç belirdi; MAFYA…


İdeolojik egemenlik ve yönetilenin rızası; aile, tapınak, kilise, camii, hukuk, medya, okullar, sendikalar gibi sosyalleştirici kurumlar dışında, kapitalizm, tüm bu birimlerle ilişkisi zayıf sosyal tipleri daha gizli ve çekici hiyerarşik örgütlenmeyle sisteme entegre etti.


‘ADALETSİZLİK DAĞITICILARI’

Bunca genel tespitten sonra Gramsci’ye teşekkürü bir borç bilerekten Borges’in “Adaletsizlik Dağıtıcısı Keşiş Eastman”ını masaya yatırabiliriz. New York’un kanalizasyon labirentlerinden doğan “Bataklık Melekleri”, 10-11 yaşındaki çocuklardan inanılmaz katiller yaratan “Gündoğumu Çocukları” çetesi, melon şapkaları, bıçakları ve ceplerinde taşıdıkları tabancalarıyla ünlü “Silindir Gudubetleri” çetesi, çarpışmalara kazığa oturtulmuş tavşan ölüsü amblemiyle giden “Ölü Tavşanlar Çetesi” gizemli örgütlerden birkaçıdır. Kartvizitinde “ikinci el mobilya satıcısı” türünden tuhaf bir meslek yazdıran Al Capone ise tarihteki birçok mafya filmine romantik temalar ve diğer ülkelerdeki mafyoz gruplara güçlü politik ilişki yöntemi bırakan çok özgün bir adamdır. Kahramanımız Keşiş Eastman, Brooklyn’in Williamsburg bölgesinde Edward Osterman olarak doğmuş ve bu adı sonraları Eastman olarak Amerikalılaştırmıştır. Bu garip yeraltı dünyasının üyesi aynı zamanda dana etini üç kez yıkayıp kandan arındırdıktan sonra müşterilerine sunan bir hahamın oğluydu. Kısa, kalın boynu, fıçı gibi göğsü, uzun kemikli kolları, kırık bir burnu, yara içinde de olsa gövdesinden daha az göze çarpan bir yüzü ve kovboylara has çarpık bacaklara sahipti. Onu gömleksiz hatta ceketsiz görmek mümkündü ama melon şapkası her daim küçük kafasının üzerindeydi. (Çetecilikte böyle takıntılar genetik midir ilahi midir bilinmez ama Türk mafya üyelerinin modern zamanlar uyarlaması lacivert takım elbise, inceltilmiş Anadolu erkeğine has bıyıklar ki bazılarının bıyıklarının boyalı olduğu iddia edilir. Elbisenin içine yaz kış giyilen beyaz ya da buz mavisi lüks gömlekler, altın iğneli kravatlar, sivri burun parlak derili ayakkabılar ve bu giyim kuşam işini Türkleştiren gümüş tesbihler… Bizimkiler puro içerler mi bilmiyorum ama medyaya hep sigaralı görüntüleri servis edilir. Bunları takip eden ayak takımı dediğimiz alt kademe mafyoz tipler şeklen bunlara benzemekle birlikte giyim kuşam işini pazardan ya da ikinci sınıf mağazalardan tedarik ederler. Esem marka spor ayakkabı üstüne lacivert takım giyen devşirme Kürt çeteleri ve penguen görünüşlü Karadeniz çeteleri de sanki promosyon…) Luis Wolheim’in, hatları merhum Keşiş Eastman’ı anımsattığı için Hollywood’da iş bulduğu söylenir. Eastman, babasından miras kuşçu dükkanını hiçbir zaman ticari amaçla kullanmadı. Kedi ve güvercinler için kurduğu barınaklar da yine ticari kaygılar dışında geliştirdiği hobilerden biriydi. Koltuğunun altında daima bir kedi ile dolaşırdı. Gerisinde birkaç kedi ile sokaklara çıktığında ondan gururlusu yoktu. 1890’larda Eastman iş hayatına atılır ve dans salonlarında fedai olarak çalışmaya başlar. Bu arada lüks genelevlerinin de sürekli müdavimlerindendir. Fedailik dönemlerinde başlayan insan kasaplığı tuhaf bir zevke dönüşmüştü. Sindirdiği her belası için copuna bir çentik atar. Bir gece barın birinde eğlenirken kendi halinde birasıyla ilgilenen kel kafalı bir adam görür ve düşünmeden onu tek vuruşta yere serer, “Elli olmaya bir çentik kalmıştı” diye açıklar sonradan. (Nuriş kardeşlerin günlük jargonumuza kazandırdığı mermi manyağı ifadesini izinsiz kullandığı için Uşak’ta bir kuyumcudan telif hakkı olarak 10 bin dolar haraç istedikleri rivayet edilirse Eastman’ın bu tavrı pek bir masum görünür.) 1899’dan itibaren Eastman bildiğimiz ününe kavuşur. Yerel seçimler için New York’un önemli bir bölgesi için korumasını üstlenir. Bu sefil bölgenin kerhanelerinden, ucuz kumarhanelerinden, sokak orospularından, hırsız ve yankesicilerden koruma parası toplardı. Tamanny politikacıları, onu hır çıkarsın diye tutarlardı.


Fiyat listesi şöyleydi:

• Dişleyerek kulak koparma 15 dolar

• Kol ya da bacak kırma 19 dolar

• Bacağa kurşun sıkma 25 dolar

• Bıçaklama 25 dolar

• Büyük iş 200 dolar ve üzeri


Başlığa uygun konumuza da gelmiş bulunuyoruz; mafyoz bir örgütlenme olarak faşizm… Trabzon’da vukuatlı bir çocukluktan sonra ailesiyle İstanbul’a yerleşen Çakıcı, Gültepe’de 70’lerin ortalarından itibaren ülkücü çeteler içinde büyür ve kendisine sağlam yer edinir. Bu ailenin Gültepe’deki yoksullar, işçiler ve solculara karşı eylemlerinde hep bir ad ön plana çıkar; Alaattin Çakıcı… Sol örgütler için artık ailesi açık hedef haline gelmiştir ve o yıllarda önce amcasının oğlu bir örgüt tarafından öldürülür. Kız kardeşi yaralanır. Giderek şiddetlenen bu çatışma Çakıcı ailesini açık hedef haline getirir ve kendisinin de yaralandığı bir çatışmada baba Ali Çakıcı bir başka örgüt tarafından Şişli’de öldürülür. İşte bu andan itibaren “Vatan için kurşun atan da yiyen de kahramandır” ‘atasözü’ dillere pelesenk olur. Çakıcı da tıpkı Keşiş Eastman gibi politikacılar, işadamları ve istihbarat örgütlerinin adına çalışan bir yandan da kabadayı üslubuyla eski ve yeni çetecilikle bir harman oluşturup faşist düzenin silahşörü haline gelir. Hatta fiyat listesi yeniden kabarmış bu sayede tüm düşmanlarını dize getirmeyi başarmıştır da…


İşte Çakıcı’nın bazı eylemleri;

• 1983’te Harbiye’deki Golden Key adlı bir gece kulübünde şarkıcı Kadir Soyer’in “önce Allah’a sonra karıma taparım” sözlerini vatanın ve milletin dirliğine yöneltilmiş kara bir propaganda sayar ve oracıkta adamlarına bıçaklatır.

• 1985’te Elmadağ’daki Regine adlı diskotekte “Çırpınırdı Karadeniz” adlı şarkıyı çalacak bir sanatçı bulunmadığı için bar sahibini ölümüne dövüp hastanelik ederler.


• Fahrettin Aslan’ın oğlu Selçuk Aslan’ın Türkeş’e laf söylemesini içine sindiremedi ve gazinoda dövdürttü.

Bundan sonra da ünü yayıldı ve devletin istihbarat örgütleriyle sıkı fıkı ilişkiler geliştirdi. Bir yandan politikacılar ve işadamları arasındaki husumetlerde bir hâkim rolü gördü. O, önemli bir vatanseverdir. Ve ülkede Kürtlere ve onun silahlı temsilcilerine karşı yürütülen özel savaş operasyonlarının da bir parçası haline gelen irili ufaklı mafyoz örgütlenmeler… Buna alet olmak istemeyen Kürt çetecilerin tasfiyesi, politize olmaya aday Türk ve Kürt gençlerini üniversitelerde sindirmek için kurulmuş paravan mafya çetecikleri, sivil faşist odaklar…


HER SORUNUN BİR PARÇA NEDENİ...

Neyse karmaşık sürecin resmini genel hatlarıyla çizdikten sonra Keşiş Eastman’ın politik güçlerin bir parçası olma sürecine geri dönelim. Eastman, bu çeteleşme sürecinin doğal sonuçlarından biri olduğu üzere rakip çetelerle de mücadele eder, bir sorun çıktığında devreye hemen hizmet ettiği politikacılar girer çeteler arası savaşı barışla bitirmek isteseler de başaramazlar. Paul Kelly ve adamlarının hâkim olduğu bölgelere Eastman’ın girişi yasaklanmıştı. Bunu büyük bir ayıp ve suç sayan Eastman Kelly’in adamlarına sık sık saldırılar düzenler, baskınlar yapar. Tabii, karşısındaki çetenin de politik bağları olduğu aşikâr ve süreç çatışmalarla devam eder. (Çakıcı ve Nuriş kardeşlerin Karagümrük ve Gültepe savaşları anımsanabilir bu noktada.) Nihayet politik güçlerin ve polisin tüm engelleme ve iyi niyet arayışlarına rağmen New York şehrinin bu iki kutsanmış iyi çocukları Riwington sokağında yüzlerce kişinin katılım gösterdiği o ünlü çatışmayı yaparlar. Onlarca ölü ve yaralı… Devamında politikacılar, basına halka böyle çetelerin varlığını inkâr eden demeçler verirler. Onlara göre bu tip çeteler basit spor kulüpleriydi ve asla kanunsuz iş yapmazlardı. (Zamane Genelkurmay Başkanımız Büyükanıt’ın, onu tanırım, iyi çocuktur, özdeyişi de kulaklarımıza küpe olsun.) Politik güçler Eastman çetesine söz geçiremedikleri için onu yargıya havale ederler hapse attırırlar. Birinci Dünya Savaşı yıllarında daha büyük sorunlara katkıda bulunmak üzere New York Milli Muhafız Bölüğü’nün 106. Piyade Alayı’na katılır ve vatansever bir Amerikalı olarak yurtdışı operasyonlarına gönderilir. Savaş yıllarında da esir almaya karşı tavır ve eylemleriyle bizim kulak kesen milliyetçi ölüm timlerine örnek olmuş ve şanlı alçaklığın evrensel tarihine adını yazdırmıştır.


“Keşiş Eastman’ın cesedi, 1920 yılının Noel günü sabaha karşı caddenin birinin kenarında bulundu. Cesette beş kurşun izi vardı. Ölümden habersiz mutlu bir sokak kedisi şaşkınlık içinde dolanıyordu cesedin çevresinde“ diye anlatır J.L BORGES...


Evet, resim bu. Yurdumun değerli tarihine nice anlı şanlı kahramanlar veren bu ideolojik hegemonya, bugün yaşadığımız her sorunun da aslında bir parça nedeni…

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.