Header Ads

"Geçmiş Sürekli Paçamıza Yapışıyor Ve O Geçmişin Tekrarlanma İhtimali Var"

- MURAT ÇELİKKAN'LA SÖYLEŞİ -
Latin Amerika, Güney Afrika ve bazı Uzak Asya ülkelerinde örneklerini gördüğümüz adalet ve hakikat komisyonları çalışmaları, Türkiye’nin de gündeminde. Anadolu Kültür bünyesinde, insan hakları konusunda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve gazetecilerin katıldığı bir grup tarafından başlatılan çalışma CHP’li Sezgin Tanrıkulu tarafından da Meclis gündemine getirilmişti. Geçmiş ihlalleri araştırmak, ortaya çıkarmak ve resmi olarak tanınmasını sağlamak, ihlallerde kurumsal ve yapısal sorumlulukları belirlemek, reformlar önermek gibi amaçları olan çalışmaları bünyesinde toplayacak bir merkez önümüzdeki sonbahar aylarında resmi olarak faaliyete geçmesi planlanıyor. Özellikle askeri diktatörlüklerden, ırkçı ve faşist rejimlerden kurtulan, kısaca otoriter rejimleri geride bırakan ülkelerde başlatılan ve uzun yıllara yayılan komisyon çalışmalarıyla ilgili olarak gazeteci ve aktivist Murat Çelikkan sorularımızı cevaplandırdı.

Türkiye’de çalışmalar nasıl başladı? 
Dünyada son onon beş yıldır bu konuda bir yönelim ve ciddi çalışmalar var. Uzun yıllardır bu çalışmaların olduğunu söylemekle birlikte aslında Güney Afrika’daki çalışmaların bir dönüm noktası olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bir rejim değişikliği gerçekleştiğinde önceki rejimin insan hakları ihlalleriyle yüzleşmeden ve bunlar konusunda sonuç alıp yaptırım getirmeden yeni bir toplumsal düzen oluşturmanın mümkün olmadığı yönünde çok yaygın bir eğilim var. İnsanların vicdanlarının, adalet duygularının ve bir ölçüde de düşmanlık duygularının giderilmesi, adalet duygularının ve vicdanlarının da biraz tatmin duyabilmesi ile ancak ileri bakılabilir. Bu nedenle de unutma değil, hafıza ve hatırlama üzerine yapılan çalışmalar var. Güney Afrika deneyiminden sonra kurulmuş olan Merkezi New York’ta olan International Center to Justice (Geçiş Dönemi Adaleti İçin Uluslararası Merkez) diye bir kuruluş var, kurucusu da Desmond Tutu ile birlikte Güney Afrika Adalet Komisyonları’nı gerçekleştirmiş olan Alex Boraine. Bu merkez bildiğim kadarıyla şu anda otuz iki ülkede hem hakikat komisyonlarını hem de insan hakları ihlalleriyle yüzleşme, yüzleşerek adaleti tesis etmeyi örgütleyen kurumlardan biri. Dolayısıyla insan hakları ve demokrasi mücadelesinde son on beş yılda böyle bir evrimleşme var. Amaç, büyük ölçüde hafıza, hakikat, adalet gibi kelimelerle ifade edilebilecek bir odaklanma çerçevesinde geleceği inşa etmek ve geleceği inşa ederken de geçmiş suçların bir daha asla tekrar edilmemesini sağlamak.

Güney Afrika ve Arjantin’e bakıldığında önce radikal rejim değişikliklerinin yaşandığı ve sonrasında bu tür bir çalışmanın yapıldığı görülüyor. Türkiye için aynı şey söylenebilir mi?
Sonuç alınan ülkelerin çoğunda evet durum böyle. Üç kategoride toplamak mümkün. Bir kısmında bu çalışma bu rejim değişiklikleriyle birlikte devlet destekli, bir kısmında ise devletin direnmesine rağmen uluslararası kuruluşlar destekli, bir kısmında ise devletin isteksizliğine rağmen yapılıyor. İlla ki önce rejim değişikliği sonra bu tür çalışmalar yapılıyor diye düşünmemek lazım. Kaldı ki rejim değişikliklerinin yaşandığı yerlerde yapılan çalışmalar büyük ölçüde on yıllar boyunca bu mücadeleyi veren insan hakları örgütlerinin topladığı belgelerle yapılmış. Tabii ki bu tür ırkçı, faşist rejimden sonra demokrasi arzusu ve böyle bir geçiş yine de bu işi kolaylaştırmak açısından çok belirleyici ve önemli. Dolayısıyla illa herkesin ittifak içinde olduğu rejim değişiklğini beklemek gerekmiyor. Madem 12 Eylül örneğini veriyoruz, 1983 itibarıyla bir seçim yapıldığı ve faşist cuntanın kademeli olarak işbaşından gitiği göz önünde bulundurulursa, benim açımdan, demokratikleşme için ne yapılması gerektiğini sürekli hatırlatan, ikincisi o dönemde işlenen suçların af kapsamına girmemesi ve yargıdan bağımsız olmaması için mücadele vermek önemli. Tek sorun darbe dönemleri de değil, PKK ile yapılan mücadelede işlenmiş olan, insanlığa karşı suç kapsamına girebilecek olan sistematik ihlaller var.  Ve bunlarla yüzleşilmeden yeni bir toplumsal düzenin kurulmasının imkânsızlığına inanıp inanmamak var.

12 Eylül’den sonra sizin de içinde bulunduğunuz İnsan Hakları Derneği tarafından yapılan çalışmalar vardı. Yine işkence üzerineydi. Hem açılan davalar, hem de sözlü kayıt çalışmalarıydı bunlar. Bunun bir devamı olduğu söylenebilir mi? 
Daha kapsamlısı olduğunu söylemek lazım. Türkiye söz konusu olduğu zaman ve geçmişle yüzleşme dediğin zaman o kadar çok konu var ki, Ermeni tehciri ve kırımından başlayan, Yahudilere yapılanlar, azınlıklara karşı yapılanlar 67 Eylül olayları gibi, Alevilere karşı yapılanlar Çorum ve Maraş gibi, son dönemde Kürtlere karşı yapılanlar, buna benzer ihlaller. Dolayısıyla bizim projemizin amacı böyle bir merkez kurarak mümkün olduğu kadar bu konuların hepsini ele almak. Ama bu başka bir odaklanma gerektiriyor. Bu çevremizde bir sürü insanın takip ettiğ bir şeydi ama sonuçta Meltem Aslan Güney Afrika’da bu konuda bir eğitime giti. Bir buçuk yıl önce Anadolu Kültür bünyesinde Osman Kavala da böyle bir şeyler araştırıyordu ve böylece bu projeyi başlattık. Projede kendimizi Kür sorununa odakladık ve bu çerçevede sivil toplum kuruluşlarının İstanbul ve Diyarbakır’da ne tür çalışmalar yaptığına, savaşın yarattığı toplumsal tahriba konusunda çalışma yapılıp yapılmadığına odaklandık. Bu araştırmayla birlikte hakikat komisyonları konusunda uluslararası bir toplantı düzenledik. O projemiz sona erdi. Şimdi bütün bunlarla uğraşabilecek bir merkezi hayata geçirme çabasındayız.

78’liler Vakfı ile nasıl bağlantı kurdunuz? 
Bireysel düzeyde başladı. 78’liler Birliği Vakfı Diyarbakır Cezaevi’nde darbe öncesi ve darbe dönemlerinde yaşanan insan hakları ihlallerine yönelik daha odaklı bir çalışma yürütüyordu. Onlarla çeşitli konularda dirsek teması sürüyor. Çünkü bu belirttiğim aklaşımın unsurlarından biri de hatırlanmasını, unutulmamasını, tekrarlanmamasını sağlamak için vicdan anıtları, müzeleri kurmak. 

En son Arjantin’e gittiniz, gözlemleriniz neler? 
Arjantin bu konuda önemli sonuçlar elde etmiş bir ülke olduğu için, orada bu mücadeleyi başlatmış ve sürdüren kuruluşlarla bir temasımız oldu. Onları davet etmiştik, onlar da bizi davet ettik Beş günlük bir inceleme gezisi yaptık, neler yapılmış, nasıl yapılmış ve ne sonuç alınmış. Bu merkezi oluşturmadan evvel son bir bilgi birikimi ve gözden geçirme olabilir düşüncesindeydik. Dünyanın hiçbir yerinde bu süreç kesintisiz bir süreç değil. Bütün büyük çapta ihlaller birbirine benzerlik gösteriyor fakat Arjantin'deki uygulama dünyada pek benzeri olmayan bir uygulama. Çünkü generaller darbe yaptıktan sonra bütün gözaltı merkezlerine, mahkeme süreçlerine sadece askerlerin yönlendirdiği paralel bir süreç başlamış. Bu sürecin hiçbir yasal kaydı ya da yasal boyutu yok. Gizli gözaltı merkezleri var, bunların sayısı 696. Burada aslına bakarsan bir tür soykırım yapılmış, bir kuşağı yok etmişler. Yani gözaltına alınanlar, kaçırılarak gözaltına alınanlar önce toplu olarak, daha sonra da uzun sorgu, bazen birkaç yıl süren gözaltı merkezlerinde süren sorgudan sonra uyuşturularak uçaklardan denize atılmış. Ziyaret ettiğimiz erlerden biri Arjantin’de, Donanma’ya bağlı bir okuldu. Şehir merkezinde yaklaşık elli binadan oluşan bir park. Buenos Aires’in en ünlü gizli gözaltı merkezlerinden biri. Buradan beş bin kişi geçmiş, sadece 150 kişi hayatta kalmış. Diğerlrinin hepsi yok edilmiş, sadece infazlar var, mahkeme falan yok. Ancak orada yapılmış olan çok önemli bir şey var, çok sayıda bu hafızayı canlı tutan insan hakları kuruluşu var. Cunta döneminde dört avukat tarafından kurulmuş ve bir avukatlık bürosu o gün bugün bir sivil toplum örgütü olarak hukuk alanında faaliyetini sürdürüyor. Toplumun gerçeği bilme hakkı için bütün belgeleri toplamışlar. İnsanlığa karşı suçlar zaman aşımına uğramadığı için bunların insanlığa karşı suç olduğunu kabul ettirmişler. Dolayısıyla davalar açıldığında bütün belgeler hazırmış. 

Şu anda çalışmaların hangi aşamasındasınız? 
Bütün bunları gerçekleştirebilecek ve dünyada bu alanda yapılan çalışma ve tartışmaları Türkiye’ye taşıyabilecek bir merkez kurmak istiyoruz. Dünyada bize benzeyen örnekler var. Bu geçiş döneminin önemli unsurları tabi ki bir tanesi adalet ve hakikat komisyonları, bir tanesi kabul ve tazminatlar, bir tanesi vicdan anıtları. Hemen her alanda yapılan bir şeyler var ama dağınık olan çalışmaları toparlamayı ve ısrarcı davranarak sonuç almayı hedeflioruz. Meclis’te de bazen araştırma komisyonları kuruluyor. Ancak bu araştırma komisyonları sivil örgütler tarafından zorlanmaz ve denetlenmezse istediğimiz sonuçları elde etmek mümkün değil. O güçte olacak verilere sahip olmayı da istiyoruz, dokümantasyonların uluslararası standartlarda yapılmasını da istiyoruz. Bugüne kadar kullandıklarımızın yanı sıra, yeni araçları da yeni teknikleri de gündeme getirmeyi düşünüyoruz. Her noktadan başlanabilir. Son savaş sürecinde kadınlar ve çocuklar konusundan da başlanabilir, kayıplardan ve faili meçhullerden de. Daha da geriye gidip, hayır 12 Eylül darbesiyle kapsamlı bir yüzleşmeden de yapılabilir. İnsan Hakları Derneği’nde çalıştığım kuruluş yıllarında o dönemde yapılan bir 12 Eylül bilançosu var. Ne zaman 12 Eylül’den bahsedilse o bilanço veriliyor. Buna ek olarak yapılmış bir Diyarbakır Cezaevi çalışması var. Daha kapsamlı bir çalışma yok. Oysa bu veriler ve çalışma olmaksızın ne adalet talebini güçlü biçimde dile getirmek ne de toplumda bu tür bir talep oluşturmak kolay değil.  

Özellikle insan hakları, geçmişle yüzleşme konusunda yarını kimse iyi görmüyor. Bu konudaki geçmiş çalışmaların çoğunda marjinalleşme tehlikesiyle karşılaşıldı. Bu tür çalışmalar yapan kurum ve kişilerin yan yana gelme şansı ne kadar var? 
Bu açıdan çok olumlu bir dönemden söz edebiliriz. Geçen bir seneyi biz biraz da bütün bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlarla diyalog içinde geçirdik. Yapacağımız çalışmayı da onlarla danışma süreci içinde oluşturuyoruz. Konu ne olursa olsun ben Türkiye’de sadece insan hakları örgütleri değil, sivil toplumun da ortak ses çıkarırsa bunun güçlü olacağını, bunda ısrarlı olunması gerektiğini düşünüyorum. Burada hem devlet, hem medya yapılan çalışmaları marjinalize etmek için elinden geleni yapıyor… Şunu da hatırlatmak istiyorum, mesela Kürt sorununu ele aldığımızda bugün barışın sağlandığını düşünsek dahi bunun son 2025 yılda yaşanan tahribatı gidermek için yeterli değil. Türkiye’de belki ilk büyük günah olarak üzerine sünger çektiğimiz Ermeni kırımı var mesela. Hep hiçbir şeyle yüzleşmeden ilerlemeye çalışıyoruz, bir türlü bir yere gidebildiğimiz de yok. Geçmiş sürekli paçamıza yapışıyor ve o geçmişin tekrarlanma ihtimali var. Bu yüzleşme sağlanmadan Türkiye’de demokratikleşmeden bahsetmenin imkanı yok. İkinci bir unsur, adalet mekanizması sağlıklı biçimde işletilmeden faşist askeri darbeden sonra göreli bir demokrasiye geçiş oldu ama bütün bürokrasi yerinde kaldı. Bugün bile 12 Eylül’den bu kadar yıl sonra bunun etkisini hissediyoruz. Bugün Türkiye’de insanları tatmin eden bir adalet mekanizmasından söz etmek mümkün değil. Devletin işlediği büyük ihlallerde adalet devleti korumak üzere mağdurları harcıyor. Halbuki mağdurları korumak ve sesini güçlendirmek gerekiyor, bu çalışmanın bir unsuru da bu.  

Sürekli üst üste eklenen hak ihlalleri var, torbadaki yük habire artarken bu çalışma pratikte nasıl yürüyecek?  
Tabii ki hiç kolay değil. Bu işin çözümü nihai olarak politik süreç, politik karar mekanizmalarının süreci. Bizim bu sorunu çözmek gibi bir iddiamız yok. Bizim hedefimiz dah çok toplumsal olarak yaşanmış tahribatın ortaya konması ve giderilmesi için bir şeyler yapabilmek. Türkiye’de 12 Eylül’den bu yana bu ihlaller çok somut olmasına rağmen, adlandırılmasında ve algılanmasında ciddi bir sorun ve dezenformasyon var. Türkiye’de Türk etnisitesinin çoğunluğunun yaşananları ihlal olarak görmesi önünde oluşturulmuş ciddi ideolojik, kültürel, duygusal etkenler var. Bu örtülerin kaldırılmasının da bu mücadelede önemli olduğuna inanıyorum. Arjantin örneğini onun için verdim, devlet terörü devlet terörüdür. Benim açımdan bütün bu mücadelede öldürülmüş olan, görevini asker olarak yapmışlarla, bu süreçte öldürülen gerillalar, devlet savaş ve şiddet dışında başka politikalar üretmekle yükümlü olduğu için devlet terörünün kurbanlarıdır. Hepsi birden. Çünkü alternatif vardır, özellikle Kürt sorunu sadece bir güvenlik sorunu olarak algılandığında, bu iktidar açısından da geçerli ihlaller arttı. Örnek olacak bir çalışma ki bunu hepsini biz yapamayız belki ama bunun arkasının da geleceğine inanıyorum… 

Fiili olarak ne zaman çalışmaya başlayacak bu merkez? 
Bir buçuk yıldır fiili olarak çalışıoruz. Bu sonbaharda resmi olarak başlar. Ama resmi olarak başlamak için bütün başvurularınızı ve projenizi çok önceden hazırlamış olmak gerekiyor. Yapmayı düşündüğümüz hem ulusal hem uluslararası birkaç toplantı var. Hakikat komisyonu çok güncel, bu konuda bir toplantı yaptık, onu sürdüreceğiz. Kıbrıs’tan ABD’den ve Arjantin’den konukların geldiği akademisyenlerin ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin yer aldığı geniş katılımlı bir toplantıyı sürdüreceğiz.

not: bu röpörtaj ilk olarak 16 Sayfa adlı haftalık gazetede yayımlanmıştır.



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.