Header Ads

Romanlara Kalan; Irkçılık, Yıkım, Açlık

Gökkubbeye uzanan binaların arasında kaybolmuş barakalar. Emekleyerek yerlerden yiyecek kırıntıları toplayan bebekler. Yıkıntıların arasında oksijen tüpüne bağlı bir amca, yaşananların kendisinde nasıl bir his yarattığını anlayamayacağımız engelli bir çocuk ve olanları çaresizce izleyen esmer ebeveynler. Ataşehir'in Küçükbakkalköy semtinde görebileceğiniz bu tablo, beyazların estetik kaygıları için esmerlerin yaşadıkları kahıra ait. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ataşehir Belediyesi'nin sorumluluğu birbirine atarak yıktığı alan, yaklaşık 10-15 yıl önce Adana'dan göçen Romanların yaşamlarını sürdürdükleri, barakalarını kurdukları bir bölge. Darbukanın, klarnetin, akordeonun, Roman havasının ustası özgür ruhlar, kültürlerini, yaşam tarzlarını kaybetmiş, hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Hem de yıllarca eğlendirdikleri tarafından linç edilme korkusuyla.

'BİZİ TOPLUM DIŞINA ATMAK İSTİYORLAR'

On yıldır bu mahallede yaşayan Hakan Coşkun, "Biraz esmer insanlarız kardeş, onun için bizi toplum dışına atmak istiyorlar. Biz onlara zarar verirmişiz. İnsanın tenine, vücuduna bakıp da değerlendirme yapılır mı?" diyerek başlıyor sözlerine ve kelimeler boğazına düğümlenerek devam ediyor: "Memleketten geldik böyle kaldık, şimdi burayı da yıktılar. Çöplerden kağıt toplayarak yaşamaya çalışıyoruz. İstanbul'un dışına atacaklardı bizi, onun da aslı çıkmadı."

Belediye yetkililerinin kendilerine "Siz gidin, dağ başında yaşarsınız ancak. Buranın görüntüsünü bozuyorsunuz" dediğini belirten Hakan Coşkun, İstanbul'u terk etmelerinin dayatıldığını ve İstanbul'dan gitmeleri durumunda, yetkililerin kendilerine araç tahsis etme vaadinde bulunduğunu aktarıyor. 

"Biz gittikten sonra orada ne yapacağız?" diye soran Hakan Coşkun, şöyle devam ediyor: "Sen buraya yakışmıyorsun diyorlar. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Oy kullanamadık, bize oy kullandırmayı bile layık görmüyorlar. Muhtara gidiyoruz, o bile diyor ki; 'senin kaydın yok.' 15 yıldır burada yaşıyoruz. Bizim kayıtlarımız önceden vardı, silmişler kayıtlarımızı."

'ÇALIŞTAY YAPIP OY İSTEMEYİ BİLİYOR'

Engelli torunuyla yıkıntıların arasında yaşama tutunmaya çalışan Behiye Çalgıcı, "Adam mı öldürelim, hırsızlık mı yapalım, iyi kötü işimiz var. Kimseden birşey istediğimiz de yok ama bizim evlerimizi niye yıkıyorsun? Bırak biz işimizi yapalım, başımızı sokacak bir yerimiz olsun" diyor. Tek dertlerinin barınmak ve ekmek paralarını çıkaracakları bir iş olduğunu anlatan Behiye Çalgıcı öfkeli bir şekilde, "Tayyip Erdoğan bize hiç bakmıyor ama seçim zamanı çalıştay yapıp oy istemeyi biliyor. Çocuklarımızı okutmak istiyoruz ama nasıl yapalım? Elimde olsa Tayyip Erdoğan'ın kellesine tokat atardım" diyor.

'HEM ÖLDÜRÜYORSUNUZ, HEM SÜRÜNDÜRÜYORSUNUZ'

Erkan Çalgıcı ise, hem devlet hem toplum olarak Romanlara hangi gözle bakıldığını anlatıyor: "Şuradakilerin yüzünden oluyor biraz da (hemen yanıbaşlarındaki büyük apartmanları gösteriyor). 'Siz buranın görüntüsünü bozuyorsunuz' diyorlar bize. Buraları ilaçlayacağız diyorlar. Biz pisliğiz onlar için o yüzden ilaçlayacaklarmış. Şu yüksek evler var ya; onların görüntüsünü bozuyormuşuz."

Devlet yetkililerinin, politikacıların başka yerlerde savaşlar olurken televizyonlara çıkıp 'Bunlar insanları öldürüyorlar, zulüm yapıyorlar' gibi sözler ettiklerini hatırlatarak, "Yahu siz hem öldürüyorsunuz, hem süründürüyorsunuz. Sizin ettiğiniz zulüm onların kat kat fazlası" diyen Erkan Çalgıcı, "Ne yapmayı düşünüyorsunuz bundan sonra?" sorusuna şu cevabı veriyor: "Birşey de yapamıyoruz. Bunlarla mücadele etmek için güçlü kuvvetli olmak gerekiyor. Biz burada azcık sesimizi çıkartsak 500 kişi mahalleden sopalarla gelir üstümüze. Onlar bizi öldüresiye dövecek, ertesi gün gazetelerde bir garibanı dövdüler diye çıkmayacak. Yine biz suçlu konumuna düşeceğiz."

YIKINTILARIN ARASINDA OKSİJEN TÜPÜNE BAĞLI BİR AMCA

Yıkılan barakaların arasında, savaş görüntüsünü andıran derme çatma bir yatak ve oksijen tüpüne bağlı bir amca. Konuşmakta güçlük çekiyor. Anlam veremiyor, 'Nasıl olur?' diye soruyor kendi kendine, "Nasıl şu ufacık barakaları bize çok görürler" diyor ve halini gören hiçbir yetkilinin umursamadığını ifade ediyor.
Yakın zamanda kalp ameliyatı olan Binnaz Coşkun ise, ilaçlarını alamadığını belirtiyor: "O ilaçları mutlaka kullanmam lazım yoksa ölürüm ama yok, yine de vermiyorlar." Onun hemen yanında bel fıtığı olan ve ayakta durmakta güçlük çeken Yazgülü Coşkun, "Ekmek yok, yatacak yer yok. Hastaneye gidiyoruz kaydımız yok diye kovuyorlar, ben bel fıtığıyım ayakta duramıyorum" diyor.

'TÜRKİYE CUMHURİYETİ BÖYLE BİR YER'

"Buraya geldiler yıkım ekipleri, barakanın içinde kedi vardı, 'Abi durun bari şu kediyi çıkartayım' dinlemediler. Kedinin üzerine yıktılar duvarı. O yıkıntıların altından kediyi çıkardım delik deşik olmuş hayvan" sözleriyle yıkım gününden bir detay anlatan Celal Çalgıcı, şunları söylüyor: "Türkiye Cumhuriyeti böyle bir yer, böyle bir ülkede yaşıyoruz. Biz burada çocuklara kahvaltı yaptırıyorduk. 'Bitsin bari sonra yıkın' dedik, adamlar dinlemiyor. Çocuklarımız zaten aç. O halde bide gittiler kendilerine döner aldılar çocukların karşısında yediler. Çocuklara bir parça yiyecek vermediler."

haber: çağdaş büyükbattal

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.