Header Ads

Bir Gün Herkes 'Terörist' Olabilir

- VAHAP COŞKUN -
Diyarbakır halkı -bağımsız olarak seçime girmenin bütün zorluklarına ve KCK davası adı altında yürütülen baskı ve sindirme politikalarına rağmen- iradesini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak netlikte ortaya koydu ve Hatip Dicle’yi vekil seçti. Bu, gün gibi ortada duran bir gerçektir ve YSK’nın hem hukuken hem de siyaseten kabul edilemez nitelikteki kararı bu gerçeği değiştiremez. Diyarbakır’ın meşru vekili Dicle’dir, mazbatası elinden alınmış olsa da halk Dicle’yi vekil olarak görüyor. YSK’nın halkın iradesini hiçe sayarak AKP adayı Oya Eronat’ı vekil tayin etmesinin Diyarbakırlılar nezdinde bir değeri yok. Eronat, Diyarbakır’ın vekili değil, ancak YSK’nın vekili olabilir.

Meşruluğu paranteze almak tehlikelidir. Zira meşruluğa aykırı karar ve tutumlar, toplumların hayatında her zaman olumsuz sonuçlar doğurur. Nitekim hukukun ve siyasi ahlakın temel ilkeleri çiğnenerek Dicle’nin meşru vekilliğinin elinden alınması birçok sıkıntıya neden oldu. Halk iradesinin fesada uğratılması hem demokratik ve siyasi mekanizmalara olan güveni azalttı hem de parlamentonun meşruiyetini zedeledi.
Seçimlerden sonra oluşan umutlu hava dağıldı, barış son derece kırılgan bir hal aldı.

Şiddet yok
Bunların yanı sıra Dicle olayı, Türkiye’de ifade özgürlüğünün sınırlarının ne denli dar olduğunu da gözler önüne serdi. Dicle’nin mahkumiyetine giden süreç, 2007’de ANKA Ajansı’na yaptığı açıklamayla başladı. Bu açıklamasında TSK’nın PKK’ye yönelik yaptığı operasyonları eleştiren Dicle, “Bu ateşkes fiilen geçersiz hale geldi, ordu operasyonları durdurmadığı takdirde onlar da meşru müdafaa haklarını kullanırlar, çatışmalar bu şekilde bugünlere kadar geldi” dedi.

Dicle’nin açıklamasında şiddeti haklı gören, özendiren veya bunu ima eden herhangi bir ifade bulunmuyor. Aksine şiddetin artmasından duyulan endişe dile getiriliyor, ölümleri önlemek ve şiddetin durdurmak yapılması gerekenler anlatılıyor. Ancak –Hrant Dink davasında da hatırlanacağı üzere- muhalifleri yargılarken onların söylediklerini tersinden anlama konusunda büyük bir beceriye sahip olan yargı makamları, Dicle’nin bu sözleriyle şiddeti teşvik ettiğine ve terör örgütünün propagandasını yaptığına hükmettiler.

Ayrım gözetmiyor
Dicle, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7. maddesine muhalefetten mahkum oldu. Bu kanunun her yönüyle sorun üreten bir kanun olduğunu söylemek gerekir. Çünkü çok geniş bir “terör” tanımı yapıyor, “terör örgütü mensubu” ile “örgüte destek olanlar” arasında “terör suçlusu” olmak bakımından bir ayrım gözetmiyor, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini terörle irtibatlandırmaya olanak sağlıyor. Kanun metnindeki muğlaklıklardan kaynaklanan çok geniş bir takdir alanı yargı mensuplarına dilediklerinde her türlü düşünce açıklamasını terör propagandası olarak değerlendirme ve cezalandırma imkanı veriyor.

Bir örnekle açıklamaya çalışayım: Ben, anadilinde eğitimi bir insan hakkı olarak görüyorum ve herkesin eğitim öğretimin bütün aşamalarında anadilinde eğitim görme ve kamu makamlarıyla olan ilişkilerde anadilini kullanma hakkına sahip olduğunu savunuyorum. Tüm akademik faaliyetlerimde bu düşüncemi dile getiriyor, tartışıyor ve paylaşıyorum. PKK de anadilinde eğitimin savunusunu yapıyor, hatta Kürt meselesinin demokratik çözümü için bu konuyu öncelikli bir şart olarak öne sürüyor ve anadilinde eğitim hakkının anayasal güvence altına alınmasını talep ediyor.

Şimdi bir savcı, TMK’dan hareketle bana veya anadilinde eğitimi savunan bir başkasına karşı “terör örgütünün propagandasını yaptığı” iddiasıyla iddianame hazırlayabilir. Yani anadilinde eğitim savunusu, işbilir bir savcının elinde çabucak bir terör propagandasına dönüştürülebilir ve savunuyu yapan kişiler cezalandırılıp “terör suçlusu” haline getirilebilir.

Keyfiyet
Bu söylediklerimi çok abartılı bulanlar olabilir ama onlara kısa bir süre önce yaşanan bir olayı hatırlatmak isterim. Adana’da iki hekim, BDP tarafından kurulan “Demokratik Çözüm Çadırı”nda düzenlenen sağlıkla ilgili bir toplantıya katıldı. Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve aile hekimi Ömer Ekşi, çadırda bulunanların sağlık hakkındaki sorularını yanıtladı ve anadilinde sağlık hizmeti almanın önemine değindiler. Toplantı Roj TV’de çok kısa bir haber olarak gösterildi, haberi gören bir muhbir vatandaş ihbarda bulundu, bunun üzerine bu iki hekim “Terörle Mücadele Şubesi” ekiplerince kelepçelenerek gözaltına alındı. Adana Özel Yetkili Savcısı, Demokratik Çözüm Çadırı’nın Öcalan’ın talimatıyla açıldığını ve KCK belgelerinde de “Sağlık Hakkı Komitesi”nden söz edildiğini belirtti ve iki hekimin çadıra gelip sağlık hakkında konuşmasını “örgüt propagandası” olarak niteledi. Nihayetinde doktorlar hakkında 7,5 yıl hapis istemiyle dava açıldı.

Keyfiliğe varacak kadar sınırları belirsiz bir terör tanımına yol veren TMK, düşünceler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duruyor. Herkesi tehdit ediyor, demokratik siyaset yapabilmenin koşullarını ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla TMK sadece Hatip Dicle’nin, Kürtlerin veya diğer muhaliflerin sorunu değil, bu kanun bu ülkede yaşayan herkesin başına bela olma potansiyeli taşıyor. Unutmamak lazım: TMK var olduğu müddetçe düşüncelerini açıklayan herkes bir gün “terörist” damgasını yiyebilir.

* Dicle Üniversitesi
* Bu yazı ilk olarak Radikal İki'de yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.