Header Ads

2011: Büyük Kapatılma

- AYÇA SÖYLEMEZ -
2011’i adliye kapılarında geçirdik. Gazeteciler, öğrenciler, avukatlar, işçiler, işsizler… Binlerce gözaltı yüzlerce tutuklama sığdı 2011’e.

Şafak baskınlarıyla “bir yılda binlerce tutuklu yarattık” her yaştan. Tutuklamaları protesto etmek için sokağa çıkanlar da tutuklandı. Giderek büyüyen bu sarmalın daha kimleri içine alacağı bilinmiyor.

Bu tutuklamalarla bir de öğrendik ki: Hepimiz gözetlenebiliriz, gözetleniyoruz, gözetleneceğiz.

Sadece kamuya açık mekanlarda söylediklerimizle ya da basında yazdıklarımızla sınırlı da değil bu gözetleme. Telefonlar dinleniyor, mektuplar okunuyor, hatta kendi yazdığınız kitaba aldığınız düzeltme notları bile gün geliyor bir davada “delil” oluyor.

Örneğin, Ankara’daki Hopa davasında, şemsiye “örgüt üyeliğine kanıt” olarak gösterildi. Kırık olduğu iddianamede özellikle belirtilen şemsiye, “çok sayıda silah bulundu” başlığı altındaki deliller arasında sıralanıyordu.

Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül, iki yıldır tutuklu. O da örgüt üyeliğinden yargılanıyor ve aleyhindeki tek delil bir “puşi.” Boynuna sardığı puşinin, aslında “molotof atarken tanınmamak için yüzünde olduğu” iddia ediliyor. Kanıtı da, yüzü puşiyle tamamen sarılı ve gözleri bile görünmeyen birinin MOBESE kameralarına takılmış fotoğrafı.

ODTÜ’lü muhalif öğrenci Yusufcan Yıldırım, dört ayrı örgüte üye olmakla suçlandı. Üzerinde adres tarifi olan bir krokinin başka bir arkadaşının üzerinden çıktığı iddia ediliyor. Sorgusunda polise, “Dört örgüt saymışsınız hangisine üyelikle suçlanıyorum” deyince şu cevabı aldı: “Seç işte birini…”

İzmirli kahveci Arif Pelit ise evinde bulunan 19 çakmak nedeniyle “örgüt üyesi” sayıldı, “Günde iki paket sigara içiyorum, kahvede unutulan çakmakları eve getiriyorum” şeklinde absürd bir savunma yapmak durumunda kaldı ama işe yaramadı, 7,5 yıl hapis cezası aldı.

Daha bilmediğimiz nice örnek olduğuna eminim. Sadece polis tutanağıyla hapishaneye atılan, hüküm giyen yüzlerce kişi var, “Büyük Kapatılma”ya örnek olacak…
“Eskiden öldürülürdü, şimdi sadece tutuklanıyor”

Tüm bunlara karşın, çoğu zaman şu savunmayla karşılaşıyoruz: “Eskiden sokakta yargısız infaz yapılır, cinayetler faili meçhul kalır, gözaltına alınan ‘kaybedilirdi’, şimdi tamamen yasal sınırlar içerisindeyiz.” Oysa Ayhan Çarkın’ın da itiraf ettiği gibi: Biz hep “yasal sınırlar” içindeydik. Şimdi ölmediğimiz için şükretmemiz isteniyor.

Tam Terörle Mücadele Kanunu’ndaki (TMK) “terör” tanımının muğlaklığından, Anayasa’ya ve ifade özgürlüğüne, insan haklarına aykırı olduğundan dem vuruyor ve değişmesi talebinde bulunuyorduk ki, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’den daha geniş kapsamlı başka bir tanım geldi:

“Şimdi dağdakiyle belki kırsaldakiyle mücadeleniz kolay bana göre ama bu arka bahçede ayrık otuyla tereler birbirine karışıyor. Hepsi yeşil renkte görünüyor. Birbirine karışıyor, kimi zehirli, kimi faydalı. Hangisinin faydalı, hangisinin zehirli olduğunu ancak yiyince anlıyorsunuz.”

Kafamız karıştı. Kim tere kim maydonoz nereden bileceğiz? Bu tanıma göre hepimiz “tere” olabilir, hatta bir sonraki adıma geçip “tererist” bile olabiliriz. Bu soruların cevabını da 2012’de alacağız.
İktidarın gözü

Fransız düşünür Michel Foucault, “Hapishane’nin Doğuşu” kitabında Jeremy Bentham’ın “panoptikon” fikrini yorumlar. David Wood, bu yorumu şöyle değerlendiriyor:

“Panoptikon, modern kişiliğin oluşumunda, insanların ve toplumun görüşlerinin şekillendirilmesinde anahtar bir mekan tasarımıdır.” Jeremy Bentham’ın 1791’de yarattığı ve “panoptikon” adını verdiği mimari tasarımı Foucault da şöyle açıklıyor:

“Halka şeklinde bir bina ve ortasında bir kule ve kuleden halkanın iç cephesine bakan geniş pencereler. Kuleye bakan bina hücrelere ayrılmıştır, hücrelerin her biri bina boyunca derinlemesine uzanır. Hücrelerin iki penceresi vardır: biri içeriye doğru açıktır, kulenin pencerelerine denk düşer; diğeri dışarı bakarak, bir ışığın baştan başa hücreyi katetmesini sağlar.”

Foucault’un İktidarın Gözü’nde yazdığı gibi; “Bu durumda merkezi bir kuleye bir gözlemci yerleştirmek ve her bir hücreye bir deli, bir hasta, bir mahkum, bir işçi ya da bir öğrenci kapatmak yeterlidir.”

Tanıdık geliyor mu?

Gözetlendiğimizi hissetmemiz için tutuklanmamız da gerekmiyor zira. Absürd iddialarla aylarca hapishanede tutulanlar bir yanda, dışarıda gözetlendiği için kendini sürekli bir “panoptikon”da hissedenler diğer yanda.

“Büyük Kapatılma”nın 2011 versiyonunu yaşadık, 2012 için umutlu muyuz?


* M. Foucault, Büyük Kapatılma, “Dits et ecrits”, Çev.: Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, 2011, 327 sf.

* M. Foucault, Hapishanenin Doğuşu, “Surveiller et Punir, Naissance de la Prison”, Çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi Yayınları, 2000, 445 sf.

* Sevgi Kesim Güven, “Gözetim toplumu ve toplumsal meşruiyet”, Doktora Tezi, 2001, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Danışman: Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu.

** ilk olarak Bianet'te yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.