Header Ads

Muktedirin 'Arka Bahçesi'

- CANAN ESELER -
Panoptikon, Jeremy Bentham’ın ‘bütünü gözlemlemek’ konseptiyle tasarladığı bir hapishane modelidir. Michel Foucault’un ‘Hapishanenin Doğuşu’nda (1) ayrıntılı bahsettiği bu modelde, hapishane halka biçimli ve parçalara bölünmüş, içerideki hücrelerin pencerelerinin hem avluya hem dışarıya baktığı, avlunun ortasında bir kulenin bulunduğu bir bina olarak tasarlanıyor. Avludaki kuleden, hücreler sürekli denetim altında tutuluyor. Hücredekiler, kulede kimin olduğunu göremiyor, buradaki amaç, hücredekilerin her an gözlendiklerinin bilincinde olmasını sağlayabilmek. Sonuç olarak panoptik hapishane şekli ile bedensel bir şiddettense, hücredeki bireyin otokontrol mekanizmasıyla hareket ederek kendini denetlemesi ve içselleştirilmiş bir itaati sağlaması amaçlanıyor. Foucault, Hapishane’nin Doğuşu’nda, panoptikonu iktidar örgütlenmesinin bir modeli olarak değerlendiriyor.

Bugün iktidarın ‘güvenlik’ zırhıyla toplumu her an ve her yerde (toplu taşıma araçlarında bile) kameralarla, kredi kartlarıyla vb. araçlarla sürekli bir denetime tabii tutması da, bireyleri hapsetmeden kontrol altında tutabilme amacı taşıyor.

Yaşadığımız ülkeyi panoptikon konseptiyle düşünürsek ve o kuleye de iktidarı temsilen bir adet İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’i koyarsak, Şahin’in son terör konuşmasını amacını daha iyi anlayabiliriz. İktidarın dili hiçbir zaman tesadüfe değmez. O sebeple Şahin’in söylediklerini ‘gaf’ olarak değerlendirmek pek safdillik olacaktır. Şahin’in konuşması şüphesiz ki, o kuleden denetim altındakiler üzerindeki tahakkümü daha da sağlamlaştırmak ve denetim dışında kalanları yani ‘sakıncalı’ olarak ifade edilen muhalifleri amiyane tabirle ‘damgalamak’tır. Bu tür toplu siyasi infazlarda damgalamak, hapsetmekten bir önceki adım oluyor. Hapsetmek ise bir yandan ‘sakıncalı’ görüneni denetim altında tutabilirken diğer yandan Z. Bauman’ın (2) bahsettiği gibi "tehlikeyi kökünden kazmanın" gözde aracı olarak halkın gözündeki çekiciliğini daha da arttırıyor.

Her türlü toplumsal muhalefetin ‘terörizm’le itham edilmesi ve meşruluğunun iktidar diliyle yok edilerek, bu tür eylemselliklerin siyaset dışına atılması da totaliter bir devletin daha itaatkar bir toplum beklentisinden doğuyor elbette. Önce topluma bu kişilerin ‘sakıncalı’ olduğu belletiliyor, ardından da bu kişilerin denetiminin ancak hapsedilerek çözüleceğine dair bir iktidar gerçeği üretiliyor. Sonuç olarak ‘sakıncalı’ kürtler, gazeteciler, öğrenciler, akademisyenler, sosyalistler kontrol altında tutulabilmek için hapsediliyor.

Şahin’in ‘kim terörist’ açıklamasından 2 gün sonra Şırnak Uludere’de devletin insansız hava araçları olan ‘heronlarla’ 36 insanı katletmesi, sorunun cevabını gayet açık gösterdi. Katliamdan 1 gün sonra yapılan ‘hata’ açıklamaları ise devlet terörünün ve şiddetinin meşruluğunun en açık göstergesidir. Muktedirin arka bahçesi daha saydam artık; hapishaneler, insansız hava araçları heronlar, bombalar ve itaat etmeyeni yok etmeye dair her şey.

Muhalifi Depolitize Etmek

Herkesin safını belirlediği bu dönemde ana akım medya elbette yine iktidardan yana duruyor. Ana akım medya geçmiş iktidarlardan kalma otokontrol alışkanlığını daha da ağırtarak, yaşananları görmezden gelemsi şaşırtıcı değil. Ülkede yaşanan bir katliamı devlet onayı gelmeden duyurmayan bir basından söz ediyoruz neticede. Ana akım medyanın kenarında köşesinde kalmış olan bir kısım gazetecinin vicdani ya da meslek etiği gereği bu tutuklamaları görmezden gelemediği de oluyor. Ancak orada da iktidarın diline karşı bir pozisyon oluşturularak, hapsedilenler depolitize edilmeye çalışılıyor. Hukukun iktidar için bir araç olduğu ülkede, puşi takmak, çakmak bulundurmak ya da Marx okumanın suç olarak öne sürülmesi çok şaşılacak bir durum değil elbette. Bunların hepsinden birer Aziz Nesin’lik hikayede çıkar şüphesiz. Ancak burada suçlanan muhalif kişiler birer Aziz Nesin karakteri değildir. Toplumsal mücadelenin içinde varolan insanlardır. Ve bu tür haberlerde vurgulanması gereken de ‘örgütlenmenin, muhalif olmanın’ meşruluğunu, suç olmadığını dile getirmektir. Aksi her zaman için ana akımın bolca beslendiği ‘ajitasyon habere’ giriyor maalesef.

Barikatları daha da sıklaştırmanın mecburi olduğu bir zamanda, eleştiri – özeleştiri pratiğinden kaçınmadan, iktidar dilinin ‘birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu şu günlerde’ kolaycılığına sığınmadan, hücreleri içerde de dışarıda parçalamanın tek dayanağı sokağa çıkmak ve umutla mücadele etmektir. Turgut Uyar’ın (3) bize bahşettiği gibi “… çünkü umut kaçınılmaz gelecektir / bütün gümbürtüsüyle / umut kaçınılmaz gerçektir çünkü / biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar.”

(1) Surveiller et Punir, Naissance de la Prison / Hapishanenin Doğuşu, Michel Foucault, İmge Kitabevi Yayınları

(2) (....) Hapishane yalnızca hareketsiz kalma değil, adetâ kürtajdır. Bu özelliği "tehlikeyi kökünden kazmanın" gözde araç olarak halkın gözündeki çekiciliğini daha da arttırır. Hapsetmek uzun süre için belki de daimi olarak dışlama demektir." Zygmunt Bauman / Küreselleşme –Toplumsal Sonuçları

(3) Toplandılar, Umut- Turgut Uyar, Can Yayınları 1993

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.